15 Mayıs 2009 Cuma

Empire Of The Sun - Walking On A Dream



İsmini J.G. Ballard'ın yarı otobiyografik romanı Güneş İmparatorluğu'ndan alan Empire Of The Sun, Pnau’dan tanıdığımız Nick Littlemore ile The Sleepy Jackson’ın gitar ve vokalden sorumlu üyesi Luke Steele’in bir araya gelmesinden oluşuyor.

Albümün miksaj ve kayıtlarında emeği geçen isimler arasında Littlemore’un Pnau’daki ortağı Peter Mayes da var. İkili, daha önce çalıştığı gruplardaki tecrübelerini kullanıp indie rock ve dans müziğini mükemmele yakın bir uyumla harmanlıyor.

Albüm Standing On The Shore’un egzotik gitar melodisiyle açılıyor. Parçanın ritmik düzenlemeleri ve koronun falsetto söylediği nakarat, albümün genel tarzı hakkında ipucu veriyor.

Without You, puslu atmosfere sahip etkileyici bir ballad olarak diğer şarkıların arasından sıyrılıyor. İçindeki gri havaya uygun düşen, bir pop şarkısının olmazsa olmazı basit ama etkileyici sözleri sayesinde, Purple Rain ve Nothing Compares To You gibi klasiklerin kalibresine yakın duruyor.

Empire Of The Sun, hafif oynak ve neşeli bir düzenlemeye sahip olan Walking On A Dream ile kanımıza makul dozda endorfin pompalıyor. Ayrıca şarkının klibinde Nick Littlemore’un akıllara zarar makyajı ve ikilinin doğuya özgü ilginçlikteki mistik kıyafetleri göz kamaştırıyor.

We Are The People’daki akıcı akustik gitar ritmi üzerine kurulmuş olan dans melodisi, parçayı defalarca dinlenebilir kılıyor. Luke Steele’in bu şarkıdaki ve The World’daki yorumu Bob Dylan’ın bezgin, bıkkın vokalini andırıyor.

Country’nin açılışı Top Gun’ın soundtrack’inde yer alan Take My Breath Away’i akla getirse de Yanni’nin 80’lerdeki new age parçalarına daha çok benziyor.

Luke Steel’in Half Mast’taki falsetto vokali şarkıya olduğundan daha naif bir hava katıyor.

Oynak bir altyapısı olan Swordfish Hotkiss Night, başlar başlamaz sizi hoyratça elinizden yakalayıp dans pistine çekiyor. Parçanın isminden de anlaşılacağı üzere; ikili, bir zamanlar Freddie Mercury’nin hit yaratmak için başvurduğu sözcüklerin fonetik etkisini şarkılarda kullanma metodundan yararlanıyorlar.

Albümün renkli içeriği dışına da yansımış. Kapaktaki illüstrasyon fazlasıyla Star Wars ve benzeri eski kült bilimkurgu-aksiyon filmlerinin afişlerine benziyor. Bilimkurguya özgü metaforlar kapakla sınırlı değil albümdeki şarkılarda da yer yer karşımıza çıkıyor.

Müzikal anlayış bakımından MGMT ile benzer yönleri olsa da Empire Of The Sun, pop’a daha yakın duruyor.

Yaklaşık üççeyrek saatte devrini tamamlayan albüm, genel olarak orta tempoda seyreden 10 şarkı içeriyor. Parçaların rengini synthesizer destekli modern düzenlemeler, minimal gitarlar, kıpır kıpır dans ritimleri ve indie motifleri belirliyor.

Prince ve Alphaville’in parçalarını halen severek dinliyorsanız ve MGMT’nin Oracular Spectacular albümünü beğendiyseniz; Empire Of The Sun’a kulak vermenizi öneririz.

05/04/2009 Radikal Gazetesi Radikal2 Eki'nde yayınlanmıştır.


1 Nisan 2009 Çarşamba

The Crying Light/Antony & The Johnsons

Antony Hegarty eşsiz sesi, naif tavrı ve Rönesans’taki melek tasvirlerini andıran simasıyla müzik dünyasının son on yılda kazandığı en özel isimler arasında yer alıyor. 2004’te grubu The Johnsons’la kaydettikleri I Am a Bird Now’da cinsel kimlik konularını irdeleyerek büyük kitlelere ulaştılar. Bu albümle İngiltere’nin en prestijli ödüllerinden biri olan Mercury Music Prize’ı kazanıp başarılarını taçlandırdılar.

Antony I Am a Bird Now’dan sonra The Johnsons’la çalışmaya bir süreliğine ara verdi. Bu süreçte Leonard Cohen belgeseli I’m Your Man’de yer almanın yanı sıra ustaya saygı konserlerinde boy gösterdi. Volta albümündeki iki şarkıda Björk’le düet yaptı. Marianne Faithfull’un Easy Come, Easy Go albümündeki Ooh Baby Baby isimli parçada sanatçıya eşlik etti. Bob Dylan’ın hayatından kesitler sunan I’m Not There için Knockin' on Heaven's Door’u yorumladı. New York’lu DJ Andy Butler’ın projesi Hercules and Love Affair‘in aynı isimli albümündeki beş parçaya sesiyle hayat verdi. Bunlardan Blind, internetteki müzik sitesi Pitchfork Media tarafından 2008 yılının en iyi şarkısı seçildi.

Dört senelik ayrılığın ardından geçtiğimiz yıl Antony & The Johnsons yeni albüm hazırlıklarına başladı. Stüdyoya girdiklerinde yirmi beş şarkı kaydettiler ve bunların arasından on tanesini üçüncü albümleri The Crying Light için seçtiler.
Albüm içerdiği hüznün ipuçlarını daha ilk şarkıdan dinleyicisine veriyor. Her Eyes Are Underneath The Ground, giden bir kadının ardından yakılan bir ağıt. Antony bu parçayı merhum annesinin hatırasını yaşatmak için yazmış. Bu yüzden şarkıda belli belirsiz hissedilen bir matem havası var.

Epilepsy is Dancing, Kate Bush esintili bir şarkı ve Antony’nin idolü için saygı duruşu niteliğinde. Antony’nin piyanodaki hünerlerini cömertçe sergilediğinden olsa gerek daha ilk dinleyişte içinize işliyor. Parçanın klibinde Matrix üçlemesinin yaratıcıları Wachowski kardeşler ile çalışılmış. Bu renkli klipteki dans düzenlemeleri ise ödüllü koreograf Sean Dorsey’e ait.

Aeon, Antony’nin babasına yazdığı bir şarkı. Yumuşak bir piyano melodisiyle başlıyor ve Otis Redding etkili riff’lerle devam ediyor.

Kiss My Name için albümün en hareketli şarkısı diyebiliriz. Vals standartları taşıyan parçanın sonundaki keman solo belleğimize mührünü vuruyor.

Dust and Water kelt tınıları taşıyor. Antony ses perdesindeki zarif iniş-çıkışlarla dinleyenleri ipnotize ediyor.

Everglade’deki senfonik düzenlemeler yetkin bir armoni duygusuna sahip olan Nico Muhly’e ait. Muhly 28 yaşında genç bir kompozitör olmasına karşın birçok başarılı işe imza atmış yetenekli bir müzisyen. En son Oscar ödüllü The Reader’ın film müziklerini besteledi.

Antony, geçtiğimiz yıllarda düzenlenen 14. İstanbul Caz Festivali için Şan Tiyatrosu’nda grubu The Jonnsons’la verdiği konserde İstanbullu müzikseverleri kendisine hayran bırakmıştı. Antony & The Johnsons, bu günlerde The Crying Light’ın tanıtımı için Londra Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyayı turluyor. Dileriz, bu turne kapsamında Türkiye’ye de uğrarlar…

Antony her fırsatta Boy George, Kate Bush, Marc Almond ve Nina Simone’dan etkilendiğini dile getiriyor. Önceki Antony & The Johnsons albümlerinde olduğu gibi The Crying Light’da da bu isimlerin izlerine rastlıyoruz.

Antony’nin insanı olduğu yere mıhlayan ustalıklı yorumu ve ona eşlik eden esinleyici senfonik aranjmanlar sayesinde arınmışlık hissine kapılıyoruz. The Crying Light’da Nico Muhly’nin de aralarında bulunduğu dört aranjörle çalışılmasına karşın düzenlemeler minimalliğiyle dikkat çekiyor. Albümdeki yaylılar etkileyicilikleriyle öne çıkıyor. Parçalardaki durağanlık işi monotonluğa vardırmadan infiale gebe bir sakinlik duygusu veriyor.

Perde arkasında piyano, gitar, bas, keman, viyola, çello, akordeon, üflemeli çalgılar ve davuldan oluşan tecrübeli bir müzisyen kadrosu var. Daha önce Jeff Buckley için davul çalan Parker Kindred’ı, Rufus Wainwright’ın kemancısı Maxim Moston’ı ve bir dönem Tom Waits için bass gitar çalan Greg Cohen’ı eski gruplarından hatırlayanlar olacaktır.

Antony son albümünde tabiattan ve doğa olaylarından dem vuruyor. Bu yüzden The Crying Light için okyanusların, fırtınaların, karın, yağmurun başı çektiği pagan bir albüm diyebiliriz. Antony şarkı sözlerinde kullandığı imgeleri kimi zaman William Blake’ten kimi zaman William Butler Yeats’ten ödünç alıyor. Kullandığı metaforlarla şarkılarını zenginleştiriyor.

The Crying Light’ın kapağında butoh dansı ustası Kazuo Ohno var. Fotoğraf 1977 yılında Naoya Ikegami tarafından Tokyo’da çekilmiş. Ohno şu anda 103 yaşında. Dans edemiyor, yürüyemiyor ve konuşamıyor.

Antony Ohno’yu ilk defa ergenlik yıllarında yaz okulu için Fransa’dayken okulun duvarındaki bir afişte görmüş. O günden beri Ohno’nun hayatında özel bir yeri olduğunu ifade ediyor. Antony’e göre Ohno kendisini sanatına adamış bir duayen. Bu yüzden onu rol modeli olarak benimsediğini belirtiyor ve son albümü The Crying Light’ı Kazuo Ohno’ya ithaf ediyor.

The Crying Light nitelikli bütünlüğü ve samimiyeti ile ışıldayan bir albüm. Hüznün kuytu kıyılarına bir keşif vaat ediyor.

22/03/2009 Taraf Gazetesi Kültür Sanat Eki

31 Mart 2009 Salı

Chinese Democracy/Guns N' Roses


Chinese Democracy 1993’te çıkan The Spaghetti Incident?’ın ardından 15 yıl sonra nihayet yayınlandı. Nihayet diyoruz çünkü albümün hazırlık aşaması öylesine uzadı ki bu gecikme kimi çevrelerce alay konusu haline getirildi. Amerikan meşrubat üreticisi Dr. Pepper albümün belirtilen tarihte çıkması durumunda ABD'deki herkese bir kutu bedava meşrubat vereceğini açıkladı.

Nasıl ki Rolling Stones, Keith Richard’sız haliyle Mick Jagger‘ın solo kariyerinin bir devamı gibi algılanacaksa, grubun eski fan’ları Slash’siz Guns N’ Roses’ı Axl Rose’un kişisel projesi olarak kabul ediyor.

Bütün bu olumsuzluklara karşın, Axl Rose kararlığını gösterip yeni grup arkadaşlarıyla albümü tamamladı. Şimdi Guns N’ Roses’ın namlusu bize çevrilmiş durumda ve şarjörde 14 sıkı parça var.

Axl Rose albüme ismini veren Chinese Democracy’i bir dönem Nine Inch Nails’le de çalışmış olan davulcu-şarkı sözü yazarı Josh Freese ile birlikte yazmış. Şarkı uzun bir intro’yla başlayıp kulakta yer eden hızlı riff’lerle sürüyor.

Shackler’s Revenge’ın ilk 10 saniyesini, Guns N’ Roses’ın olduğunu bilmeden dinlerseniz, şarkının Prodigy’e ait olduğunu sanabilirsiniz.

Better için rahatlıkla albümün en iddialı şarkılarından biri diyebiliriz. Axl parçanın açılışında kısık bir tonda ve masumane bir sesle “No one ever told me when i was alone. They just thought i'd know better.”, diyerek dinamitin fitilini ateşliyor. Hemen ardından gelen gümbür gümbür distortion patlamalarıyla içimizde bir gedik açılıyor.

Sebastian Bach’ın geri vokallerde eşlik ettiği Sorry, akılda kalan melodisi ve yalın sözleriyle oldukça güçlü bir ballad.

Queen’in efsanevi gitaristi Brian May, kızarmış ekmek üzerinde yağ gibi kayan bir soloyla Axl Rose’un Catcher in the Rye’da anlattığı öyküyü taçlandırıyor.

Madagascar, Marco Beltrami’nin görkemli orkestral düzenlemesi ve Seven, Cool Hand Luke, Missisippi Burning gibi kült filmlerden alıntılar nedeniyle albümdeki diğer şarkıların arasından kolaylıkla sıyrılıyor.

Axl Rose, This I love’daki yumuşak piyano partisyonları ve vurucu sözleriyle bizlere halen November Rain kadar etkili balladlar yazabildiğini gösteriyor.

Chinese Democracy’nin albüm olarak başarılı olduğunu söylemek maalesef zor. Çünkü içerdiği şarkıların kendi arasında bir bütünlüğü yok. Trip-hop altyapılardan, endüstriyel rock etkileşimlerine kadar pek çok tarzın birbirine karışması sonucunda ortaya eklektik bir sound çıkmış. Bu durum başta eski gunner’lar olmak üzere pek çok dinleyici tarafından yadırgandı. Buna rağmen belirli bir önyargıyı göz ardı ederek albümü birkaç defa daha dinlediğinizde modern riff’lere, deneysel şarkı düzenlemelerine ve whammy vb. efektli sololara alışıp saklı hitleri kendiniz keşfediyorsunuz.
08/03/2008 Taraf Gazetesi Kültür Sanat Eki

Lily Allen / It's Not Me, It's You



MySpace şöhretlerinden Lily Allen, 2006 yılında çıkan ilk albümü Alright, Still ile hatrı sayılır bir başarı yakaladı. Sonrasında gelen sansasyonel açıklamaları, alaycı tavrı ve pervasız davranışlarıyla (başta İngiliz tabloid basını olmak üzere) magazin gündemini meşgul ederek popülaritesini korumayı başardı. Ancak bir müzisyenin skandallarıyla değil de işiyle hatırlanması gerektiğini fark etmiş olmalı ki, üç yıllık aranın ardından yeni albümünü müzikseverlerin ilgisine sundu.Albümün ismi ilk olarak MySpace sayfasında Stuck On The Naughty Step olarak açıklanmıştı. Fakat Allen, albüm yayınlanmadan önce fikir değiştirerek It’s Not Me, It’s You isminde karar kıldı. It’s Not Me, It’s You’nun prodüktörlüğünü, daha önce Britney Spears, Kylie Minogue ve Nelly Furtado gibi ünlü isimlerle çalışmış olan Greg Kurstin üstleniyor. Lily Allen albümdeki şarkıları, prodüktörlüğün yanı sıra grubu The Bird and the Bee’de klavye çalan Kurstin ile birlikte yazmış.Allen bir süredir Amy Winehouse benzeri bir anti-idol profili çizse de, albümün ilk şarkısı Everyone’s at It’deki Prozac toplumu eleştirisiyle sosyal duyarlılığını gösteriyor. Him, ilk dinleyişte Joan Osbourne hiti One Of Us’u akla getiriyor ve tanrıya dair zekice yazılmış sözleriyle dikkat çekiyor. F**ck You, George W. Bush karşıtı satirik sözleri ve neşeli melodisiyle bağımlılık yapıyor. Ayrıca The Fear ve Chinese ile birlikte albümdeki en kayda değer şarkılar arasında bulunuyor. Never Gonna Happen akordeon ezgisiyle başlayıp polkaya benzer bir ritimle devam ediyor ve ABBAvari düzenlemeleriyle o günlerin rüküş kostümlü, ışıltılı Eurovision sahnesini gözönüne getiriyor. Who’d Have Known’un nakaratı bariz şekilde Take That’ın Shine’ını andırsa da, sade altyapısı ve dingin vokalleriyle ayrı bir yerde duruyor. Not Fair, dörtnala koşan neşeli bir country ritmiyle açılıyor ve Allen’ın sevgilisinin cinsel yetersizliğinden yakınmasıyla devam ediyor. Back to the Start hızlı temposuyla hareketli bir dans şarkısı olarak albümde öne çıkıyor. 22, yirmili yaş sendromunu konu alan pesimist sözleri ile bizi üç dakikalığına albümün neşeli havasından uzaklaştırıyor. Eski bir caz kaydı gibi tınlayan He Wasn’t There ile albüm kapanıyor.

Melodik ve eğlenceli Lily Allen artık yerleri süpüren uzun eteklerden ve onların altına giydiği Nike Air ayakkabılardan vazgeçmiş gözüküyor. Bunun yerine vücudu saran elbiseler ve yüksek ökçelilerle cazibe merkezi olmayı hedefliyor. Albüm kapağında, saçına taktığı tüllü taç ile yakaladığı 50’lerin femme fatale havasıyla da bu konudaki kararlılığını açıkça ortaya koyuyor. Allen’ın Alright, Still’deki benmerkezci tavrı ve apolitikliği, albümün çıktığı dönem içerisinde eleştiri oklarına hedef olmuştu. Allen, yeni şarkıları aracılığıyla yeri geldiğinde kendi hayat ekseninden çıkıp sosyal ve politik konulara da değinebileceğini kanıtlıyor. Buna ilaveten müzikal anlamda da bazı değişimler fark ediliyor: Alright, Stil ile ska ve hip-hop sularında gezen Lily Allen son albümüyle elektropopa yönelerek karaya vuruyor. Özellikle bazı şarkılarda (Never Gonna Happen, F**ck You vb.) Susam Sokağı soundtrack’i dinliyormuş hissine kapılıyorsunuz. Ancak bu Lily Allen hayranları için bir olumsuzluk değil. Çünkü yeni albüm onları memnun etmenin yanı sıra melodik ve eğlenceli şarkıları seven dinleyicilerin ihtiyacını da karşılıyor. Albümü dinleyenler Allen’ın yumuşak sesi eşliğinde Lilyland’da, renkli bir yolculuğa çıkıyor.

22/03/2009 Radikal Gazetesi Radikal2 Eki

25 Şubat 2009 Çarşamba

Sara Bareilles/Little Voice


Sara Bareilles’e ne zamandan beri şarkı yazdığı sorulduğunda, “Kendimi bildim bileli” diye yanıtlıyor. Küçük yaşlardan itibaren bazen aniden aklına gelen parlak bir fikri veya bazı zamanlarda peşinden gittiği bir hayale ilişkin hislerini şarkılaştırmış. Erken yaşlarda kazandığı bu yetenek, ilerleyen yıllarla birlikte Barailles’in kendi anlatım dilini ve tarzını bulmasını sağlamış.

Little Voice, Sara Bareilles’in ikinci albümü. Daha büyük bir stüdyoda, daha uzman bir ekip ve daha fazla bütçe ayrılarak kaydedilerek ilkinden daha fazla başarı elde etmiş. Plak şirketleri her defasında müzikseverlerin lehine sonuç veren bu formülü yıllardır uyguluyor: Bir yeteneğe olanak sun ve başarı kaçınılmaz olsun.

Little Voice, 2009 Grammy’lerinde Yılın Şarkısı Ödülü’ne aday gösterilerek büyük sükse yapan Love Song’la açılıyor. Love Song, daha ilk dinleyişte akılda yer eden nakaratı ve manidar sözleriyle kalıcı bir hit olacağının sinyalini veriyor.

Sara Bareilles, albümü Little Voice’ta şarkıcı-söz yazarı ve piyanist yönlerinden sonuna kadar faydalanmış. Çoğu şarkı piyanoyla yazıldığından olsa gerek albümde ana enstrüman olarak piyano öne çıkıyor. Fakat bir istisna olarak One Sweet Love’da akustik gitar şarkının ritmini piyanodan devralıyor.

Love on the Rocks’ı dinlerken deniz kıyısında geçen bir aşk hikâyesine tanıklık ediyoruz ve yüzümüze esen meltemdeki iyot kokusuna varıncaya dek, anlatılan öyküyü yaşıyoruz.Come Round Soon, Maroon 5’vari düzenlemesi ve ritmik altyapısıyla daha ilk dinleyişte hedefini buluyor.

Sara Bareilles albümün son parçası Gravity’ye kadar şarkılarını hep bir serzeniş havasında söylüyor. Albümün finaline geldiğinde elindeki bütün kozlarını oynamış bir halde teslim oluyor. İçe işleyen yalınlıktaki sözler ve Bareilles’in enfes yorumuyla anlam kazanan Gravity ile albüm doruk noktasına ulaşıp sona eriyor.

Little Voice’taki 12 şarkı da aynı köklerden beslenip ayrı müzikal tatlar vaat ediyor. Albüm boyunca jazz, soul ve R&B gibi tarzlar arası geçişler olsa da Sara Bareilles çoğunlukla pop’a göz kırpıyor.

Sara Bareilles yazdığı yalın sözler, duru sesi ve güçlü yorumu sayesinde dinleyenlerle samimi bir temas kuruyor. Ayrıca şarkıcı, söz yazarı ve piyanist yönü sayesinde şimdiden Tori Amos, Fiona Apple ve Norah Jones gibi isimlerle birarada anılıyor.

Albümde Love On The Rocks, One Sweet Love ve Love Song gibi parçaların bulunması, daha dinlemeden Little Voice’un ana temasının aşk olduğuyla ilgili ipucunu bize veriyor. Sara Bareilles bu albümüyle aşka naif bir başkaldırı düzenleyip dünya çapında manifestosunu yayınlıyor.
22/02/2009 Radikal Gazetesi Radikal2 Eki

12 Ocak 2009 Pazartesi

Black Ice_AC/DC


Genele baktığımızda rock müzik dört elementten oluşur: davul, gitar, bas ve vokal… AC/DC kurulduğundan bu yana basit akorlar ve bilindik formüllerden vazgeçmedi. Otuz yılı aşkın süre boyunca bildiğini okudu ve özgün rock’n roll şaheserleri yazdı. Kendisinden sonra gelen birçok grup ve müzisyeni etkiledi.

Angus Young’un Gibson SG gitarına dokunmasıyla açığa çıkan enerjinin etkisi grubun hayranlarının üzerinde fazlasıyla kalıcı olsa da gerçek bir riff fabrikası olan Angus, 2006’da kardeşi Malcolm ve çetenin diğer üyelerini toplayıp stüdyoya kapandı.

Black Ice, grubun 2000 yılında yayınladığı Stiff Upper Lip’in takipçisi olarak tam 8 yıllık bir aradan sonra yayınlandı.

Albümün prodüktörlüğünü daha önce Pearl Jam ve Bruce Springsteen gibi tanınmış isimlerle çalışmış olan Brendan O'Brien yaptı. O’Brien yeni albümde grubun klasikleşmiş tarzı ve müzikalitesinden ödün vermeden yeni şarkılar kaydetmesini sağladı.

Albümün ilk single’ı Rock’n Roll Train, diğer on dört şarkıdan habersiz dinleyiciler için başarılı bir lokomotif şarkı sanılabilir. Oysa bu şarkı on beş vagonluk bir trenin ilk vagonu ve yaklaşık bir saati bulacak keyifli bir yolculuğun habercisi.

Brian Johson her zamanki gibi bariton sesini en ince perdeden kullanıyor. Albümü dinlerken, şarkıları tüm gücüyle ıkınarak söylediğini hissedebiliyorsunuz. En tehditkâr tonuyla “I know you, now you know me” derken, Angus yakıcı bir solo ile Skies on Fire’ın melodisini iyice aklımıza kazıyor.

Ayrıca albümde dinleyicileri küçük bir sürpriz bekliyor. Stormy May Day’de Angus’u ilk defa slide gitar çalarken dinleme ayrıcalığını yaşıyoruz.

Malcolm ve Angus kardeşler yazdıkları şarkılarda yine alkol, dağıtmak, kızlar ve birazcık da kaostan bahsediyorlar. Şarkı sözlerindeki cinsel içerikli imalar önceki albümlere göre daha az kullanılmış.

Black Ice bir bütün olarak ele alındığında tam anlamıyla bir AC/DC klasiği. Elbette Rock’n Roll Train, Stormy May Day, Big Jack ve Decibel gibi öne çıkan şarkılar var. Ancak albümün tamamını dinlediğinizde AC/DC’nin bir albüm grubu olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.

Black Ice grubun şimdiye kadar yayınladığı en uzun stüdyo albümü. AC/DC uzun bir bekleyişin ardından en az eskisi kadar sert ve gürültülü şarkılarla dinleyenlere 55 dakikalık bir müzik ziyafeti veriyor. Albümdeki şarkıların çoğunda yakalayıcı gitar riff’lerinin etkisi baskın şekilde hissediliyor. Sonrasında fişek gibi sololar, dile dolanan nakaratlar ve zengin riff’ler sizi ele geçiriyor. Dinlerken ‘air guitar’ çalmaktan kendinizi alıkoyamıyorsunuz.

AC/DC halen aktif bir volkan ve lavlarıyla müzik severlere uzun ince bir yol çiziyor. Çünkü bu adamların bildiği sadece tek bir yol var. Tek yol rock’n roll !


11/01/2009 Radikal Gazetesi Radikal2 Eki

24 Kasım 2008 Pazartesi

iSELECT / David Bowie


Müzik dünyasının yarattığı ikonların en özeli şüphesiz David Bowie’dir. Bir pop kültür fenomeni olarak etki alanı sadece müzikle sınırlı kalmamış; video oyunlarından beyazperdeye kadar birçok farklı projede yer almıştır.


David Bowie, bütün kariyeri boyunca yazıp söylediği şarkılar arasından kendisi için özel olanları derleme albüm olarak dinleyicilere sundu. İngiltere’de Mail on Sunday gazetesi ile ücretsiz olarak verilen albüm, Türkiye’de EMI / Kent etiketiyle raflarda yerini aldı.

Iselect’te, Bowie denildiğinde ilk akla gelen, başka müzisyenler tarafından yorumlanmış, çoğu derlemede yer almış şarkılar yok. Anlaşılan David Bowie bu albümde daha çok hakkı yenmiş gözden kaçmış kalburüstü parçalara yer vermek istemiş.


Yumuşak piyano partisyonları ile açılan "Life On Mars?", Bowie’nin ilk dönemlerine ait Hunky Dory’nin barındırdığı en önemli hitlerden birisi olarak albümün açılışı için oldukça iyi düşünülmüş.


George Orwell'in 1984 romanına benzer bir dünyanın konu edildiği Diamond Dogs albümünden "Sweet Thing/Candidate/Sweet Thing", oldukça uzun bir şarkı olarak dinleyicinin sabrını sınıyor.


Hunky Dory albümünden The Bewlay Brothers adım adım tırmanan armonik yapısı ve içerdiği şizofrenik sözlerle Cronenberg’in Dead Rangers filmindeki ikiz kardeşleri akla getiriyor.
Lady Grinning Soul jazz motifleri barındıran düzenlemesiyle, bekledikçe yıllanan, yıllandıkça değerlenen bir sevgiliyi anlatıyor. Şarkıyı dinlerken ister istemez; Suede’in beyni Brett Anderson’ın “Saturday Night”i başka bir kıza, benzer hislerle yazmış olabileceğini tahmin ediyoruz.


Win için, Young Americans albümündeki şarkılar arasında John Lennon işbirliğiyle kotarılan “Fame”den sonraki en kayda değer parça olduğu söylenebilir.
Some Are bu albüme özel bir kayıt. Bu parçanın enstrümantal versiyonu daha önce All Saints derlemesinde yayınlanmıştı.


Scary Monsters albümünden, oldukça kişisel sözler barındıran ve Gary Numan’a selam çakan Teenage Wildlife, yedi dakikayı bulan süresiyle albümdeki uzun şarkılar arasında yer alıyor.


Brian Eno-David Bowie ortak yapımı Fantastic Voyage, dinleyicilere keşke bu kadar kısa sürmese dedirten keyifli bir yolculuk vaat ediyor.


Tonight albümünden Loving The Alien içerdiği marimba melodisi sayesinde kendini tekrar tekrar dinletiyor.
Time Will Crawl atak bir gitar riff’iyle açılıyor ve 21.yüzyıla dair manidar sözlerle devam ediyor.


Ateşleyici bir punk şarkısı izlenimi veren, Bowie’nin ilk dönemine ait Hang On To Yourself’in ’72 tarihli Santa Monica Konser kaydı ile albüm sona eriyor.


Derlemede Ziggy Stardust döneminden, The Thin White Duke dönemine uzanan ve Trent Reznor, Brian Eno ile olan çalışmalarına kadar ki bütün bir Bowie diskografisinden seçkin örneklere yer verilmiş. Mutfak jargonu kullanacak olursak, albüm için tam anlamıyla “şefin seçimi” diyebiliriz.

04/01/2009 Radikal Gazetesi Radikal 2 Eki